Amerika gezi notlarım, ikinci Amerika seferinin ilk gezisi Colorado National Monument ile devam ediyor. Colorado’ya ilk gelişimizde yakın yerlerdeki yerleri gezmiş hafta sonlarımızı oldukça iyi değerlendirmiştik. Bu sefer ilk hafta sonumuz, Ekim ayında gelmiş olmamız ve havaların çok soğuk olması nedeniyle Downtown ve çevrede gezinmekle geçti. Araba kullanmayı bilmiyor oluşumdan dolayı ayrı programda yapamıyordum. Bu sefer ekip dört kişiydi ve tek arabamız vardı. Bu yüzden iyi bir plana ihtiyacım vardı. Haritayı açtım ve çevredeki gezilecek güzel yerleri araştırmaya başlayıp, gelecek hafta sonu için bir rota çıkardım. Cuma akşamı otelin lobisinde toplanıp planları ortaya dökmeye başladık.
Ben konuşmaya katıldığımda ortaya Las Vegas fikri atılmış ve tartışılıyordu. Araba ile gidiş yaklaşık 11 saat civarıydı. Sadece 2 gün için oldukça uzun bir yoldu ve alternatifi olan uçak 2 saat olmasına rağmen uçağa ek olarak konaklama, yeme-içme ve kumarhane maliyeti hesabından veto yedi. Yaptığım rotayı ortaya attım ve nereleri göreceğimiz konusunda bir sunum yaptım. İlk olarak Colorado’nun bir başka şehri olan Grand Junction’a gidip buradaki Colorado National Monument’ı görecektik. O geceyi Grand Junction’da geçirdikten sonra ertesi gün 1 saat uzaklıktaki Utah’ın Moab şehrine giderek Arches National Park’ı gezecektik. Fikrim çok kabul görmese de alternatif plan olmadığından dolayı beni kırmadılar ve planı uygulamak için karar aldık. Bölgede hemen otel araştırması yapıp şehrin merkezindeki bir otelden kişi başı 30 $ civarında bir rezervasyon yaptık ve dinlenmek üzere odalarımıza çekildik.
Ertesi sabah erken uyanıp otelde kahvaltı edip yola koyulduk ve 4,5 saatlik yolculuğumuz başlamış oldu. Ekim ayında Colorado, Alaska’dan sonra Amerika’nın en yüksek ikinci eyaleti olarak oldukça soğuktu. Kimi şehirlerinde kayak sezonu açılmıştı. Biz de bu şehirlerden birinden geçerken duruma şahit olduk. Silverthorne’a geldiğimizde kar yağışıyla beraber hava sıcaklığı eksi dereceleri gösteriyordu. Arabamız ne kadar kış koşullarına uygun olsa da, yol kenarındaki zincir takmak için arabanızı kenara çekiniz tabelaları ve bizimkilerin de dönelim mi acaba demeye başlamaları bana bu soğuk havada sıcak terler döktürdü. Hızımızı düşürüp ilerlemeye devam ettik, yol üstünde bizden daha kötü arabaların olduğunu söyleyerek bir sıkıntı yaşamayacağımızı söyledim. Nitekim de yaşamadık. Daha sonra Vail ve Gleenwood Springs şehirlerinden geçtik. Önceki Aspen ve Maroon Bells gezilerimiz de yine bu yolu takip etmiş Gleenwood Sprins’ten Aspen’e doğru direksiyon kırmıştık. Yazın gördüğümüz bu yerler kışında farklı ve güzel bir görüntü sunuyordu.
Yolun yarısından fazlasını bitirmiş ve açıkmış olmamız nedeniyle New Castle şehrinde mola verip yemek yemeye karar verdik ve yol kenarındaki bir restoranda durduk. Rastgele durduğumuz bu restoranda yemeğimiz biraz bekledikten sonra geldi ve gayet lezzetliydi. Sonra vakit kaybetmeden kalan yolu tamamlayıp Grand Junction şehrindeki otelimize giriş yaptık. Sıradan özellikleri olan üç yıldızlı bir oteldi, zaten fazlasını da beklemiyorduk. Kısa bir molada burada verdikten sonra Colorado National Monument için yol tarifi aldık. Eğer Amerika’da internet paketiniz yoksa kiraladığınız arabanın navigasyon özellikli olmasına dikkat edin, böyle durumlarda hayat kurtarıyor.
COLORADO NATIONAL MONUMENT
Yaklaşık bir saatlik bir yolumuz vardı hava kararmadan ve park girişi kapanmadan 3-4 saatlik bir zamanımız vardı. Parka 15-20 $ civarında bir ücretle giriş yaptık ve dolambaçlı yol bizi parkın tepesindeki Visitor Center’a getirdi. Burada arabadan inip Visitor Center içindeki müzeyi gezip, bölge hakkındaki yazıları okuduk. Hemen arkasında ise bölgenin harika bir panoraması bulunuyordu. Seyir tepesine inince muhteşem bir sessizlik vardı, adeta çıt çıkmıyordu, güneş tam tepemizdeydi. Gün içinde yolda eksi dereceleri gördükten sonra burada hava yaklaşık 15-20 derece civarındaydı ve tişörtle dolaşabiliyorduk. Bizim gibi bölgeye gelen Amerikalı bir ailenin çocukları da sessizliğe şaşırdılar ve ellerine aldıkları taşları vadiye fırlatarak taşın ne kadar sürede aşağıya ineceğini dinlemeye koyuldular, ama herhangi bir ses duyamadık. Buradaki kum taşından oluşan yapı peri bacalarını andırır nitelikteydi ve binlerce yılda erozyona uğrayarak oluşmuştu. Vadi tabanından oldukça yüksekteydik ve bölgenin bir çok yerini buradan görebiliyorduk. Fakat yol, vadinin çevresini döndüğü için gidip göreceğimiz başka seyir tepeleri de bulunuyordu. Burada biraz fotoğraf çekip etrafı izledikten sonra tekrar yola devam ettik.

Park içinde bir çok seyir tepesi bulunuyor, hep aynı yeri görüyor olsanız da, farklı açılardan gördüğünüz için değişik görüntüler ortaya çıkıyor. Hoşumuza giden yerlerde durarak hem etrafı seyrettik hem de fotoğraf çektik. Kızıl renkli bu kum taşı yapılar vadi tabanındaki bodur ağaçlarla bir bütünlük kazanarak harika bir görüntü sunuyordu. Güneş ise bazı yerleri aydınlatırken bazı yerleri gölgede bırakıyordu. Gölge de kalan yerlerde sıcaklık çok fark ediyor ve üşümemize neden oluyordu. Yine durduğumuz bir seyir tepesinden etrafı seyrederken aşağı inen bir yol olduğunu gördüm ve aşağıya doğru inip farklı fotoğraflar çekmeyi düşündüm. Bu yol vadi tabanına kadar iniyordu ve sürekli kullanıldığı için doğal bir merdiven görünümüne kavuşmuştu. Çok fazla gözden kaybolmadan fotoğraf çekip tekrar yukarı döndüm.

AKTİVİTELER
Park doğa sporcuları için adeta bir cennetti. Dağ bisikleti yapanlar için oldukça güzel parkurlar bulunuyordu. Ayrıca zorluk derecesine göre bir çok yürüyüş rotası mevcuttu. Bölge de geleneksel olarak, her yıl 4 Temmuz’da yetkin tırmanışcılar, vadinin tam göbeğindeki kaya bloğuna tırmanıp, John Otto*’yu anarak Amerika bayrağını dalgalandırıyorlarmış. Bizim gittiğimizde de bu blok üzerinde tırmanış yapan birileri olduğunu fark ettik. Kameranın zoom’u ile 3 kişi olduğunu gördüğüm kişiler tırmanışlarını sonlandırmak üzerelerdi. Bu harika yapı üzerinde tırmanmak kim bilir ne kadar keyiflidir. Ayrıca bölge dışında yakınlarda kayak, golf ve Colorado Nehri’nde rafting gibi seçenekler bulunmakta.

YABANİ HAYAT
Parkın içinde yaşayan büyük boynuzlu çöl koyunu, Amerikan çakalı Coyote’ler, dağ aslanı, sincap, kertenkele ve bölgeye özgü kuşlar bulunmakta ve bu hayvanlar tamamen doğal ortamlarında serbestler. Yine parkta yaşayan bitki türleri; Indian paintrbrush, ardıç, maun ağacı ve çeşitli kaktüs türleri bulunmakta.

Güneş batmaya yakın biz de parkın çıkışına doğru ilerliyorduk. Yine bir seyir tepesinde durarak manzarayı izledik. Burada gün batımında bir kadın yoga yapıyordu, onu pek rahatsız etmemeye çalışıp yanından geçerek, gün batımını fotoğraflamaya çalıştım. Tabii ki kadraja bu kadını da eklemeyi unutmadım. Colorado National Monument sanırım yogacılar için de oldukça iyi imkanlar sunmakta, ortam çok sessiz ve harika manzaranın içinde bu iş daha bir güzel oluyor. Buradan vadi tabanındaki koyu sarı rengi ağaçlar görülmeye değerdi. Artık parktaki sürenin sonuna yaklaşmaya başladık. Parkı bizim gibi gezmek için, birkaç saat yeterli, fakat yürüyüş, tırmanış gibi bir aktivite yapılacaksa gününüzü buraya ayırmalısınız. Buradan yeterince tatmin olmuş bir şekilde ayrılıyorduk. Yol yorgunluğunun üstüne bir de burası eklenmişti. Tekrar şehre dönmeye, gelirken gördüğümüz şehir merkezinde biraz gezerek günü noktalamaya karar verdik.

GRAND JUNCTION
Burası oldukça küçük bir üniversite şehri, gündüz vakti ve hafta sonu olmasına rağmen sokaklar oldukça sakindi. Arabamızı sokak üstündeki bozuk parayla çalışan park yerlerinden birine bırakarak, merkezi keşfe çıktık. Birkaç ana sokaktan oluşan merkez oldukça ufak ve muntazamdı. Burada daha çok butik kafe ve restorantlar mevcuttu. Denver Downtown’da da gördüğümüz sokak piyanoları bu şehrin merkezinde de vardı ve isteyen oturup istediği şeyi çalıyordu. Neredeyse her 30 metrede bir bulunan değişik sanat eserleri sokakta sergileniyordu.


Gittiğimiz zaman cadılar bayramı arifesiydi ve sokakta ilginç kostümlerle dolaşan insanlarda vardı. Hatta bir grup oldukça abartmış, yaklaşık 10-15 kişi benzer şekilde giyinerek bir konsept oluşturmuşlar. Kıyafetleri ve makyajları korkutucu olsa da yanımızdan geçerken selam verdiler. Bir barın önünden geçerken vintage tabela dikkatimi çekti ve içeriye bakma ihtiyacı hissettim. İçerisi de tabelayı aratmayan derece de özel bir konseptteydi ve oldukça hoş görünüyordu.

Hava iyiden iyiye kararmaya başlarken, açlığında etkisiyle artık yemek yemek ve dinlenmek konusunda hemfikirdik. Arabanın navigasyonundan çevredeki restoranlara bakarak birini seçtik ve harika bir akşam yemeğiyle günü noktalamak üzere otele döndük. Otel de yatağa uzanınca ne kadar yorulduğumu anlamıştım. Colorado National Monument’teki fotoğrafları makinemden telefonuma aktarıp birkaç paylaşım yaptım. Ertesi gün de Moab, Arches National Park’a gideceğimiz için epey yorulacaktık. Yatağımda yeni hayallerle uykuya dalmışım. Yeni yazılar da görüşmek dileğiyle.
*John Otto parkın ilk muhafızıydı. Amerika genelde ulusal parklardaki bu koruyuculara “ranger” diyor. Parkın kurulup milli park sistemine dahil olabilmesi için çok çabası var. Tırmanışı onun adı verilen “John Otto’s route” rotadan yapılarak onu anıyorlar. Bir nevi vefa simgesi. Bugün hala parkı görebilme nedenlerimizden birisi kendisi
Çok güzel bi blog olmuş. Keyifle okuyorum gezi notlarını:)
Teşekkürler, keyifli okumalar (: