Hafta sonu planının ilk kısmını Colorado National Monument ile tamamlamış, ikinci kısım içinse Utah’ta bulunan Arches Ulusal Parkı gezisini planımıza eklemiştik. Pazar günü Arches için Grand Junction’dan yola çıktığımızda saat çok erken sayılmazdı, gün içinde gezmeyi planladığımız yerlerden sonra bizi uzun bir dönüş yolu bekliyordu ve gidiş içinde 2 saatlik bir yolu hesap edince gezmeye kalan süre oldukça azalıyordu.
Utah şüphesiz ki bir ulusal park cenneti; Arches, Canyonlands, Capitol Reef, Bryce Canyon ve Zion Ulusal Parkları, en ünlüleri. Hafta sonu planı için hepsini gezebilmek tabii ki sadece hayal. Her biri Utah’ın farklı bölgelerinde yer alıyor ve birbirlerine ciddi mesafeler barındırıyorlar. Bizim asıl planımız Arches ve zaman kalırsa Canyonlands idi. Birbirine çok yakın bu iki harikadan birine gelip diğerini görememek oldukça üzücü. Fakat ikisini aynı gün içinde gezip görmekte yorucu ve süre bakımından yetersiz olacaktı.

Welcome To Utah
Moab’a gittiğimiz yol tamamıyla çölü andırıyordu. Kilometrelerce süren ucu bucağı gözükmeyen koca bir çöl. Yol üstünde çok fazla araçta yoktu ki bu işi daha da gizemli kılıyordu. Neyse ki çok süre geçmeden Utah’ın girişine geldiğimizi gösteren Welcome Utah tabelası bizi karşıladı ve burada bir ihtiyaç molası verdik. Burada Utah’ın sembolü olmuş Arches ve Canyonlands tanıtımları mevcuttu. Bu heyecanımı daha da arttırmaya başladı. Colorado ve Utah’ın bazı bölümlerinde dinozor parkları mevcut. Bu bölgelerde milyonlarca yıl önce yaşayan bu yaratıkların zaman zaman fosilleri bulunuyor ve müze, park şeklinde maketleriyle beraber sergileniyorlar. Buradan kısa bir süre sonra Moab iline gelerek etrafı keşfetmek için bir mola daha verdik. Arabayı park edip bir şeyler yemek için çevremize bakınırken yabancı olmadığımız bir seçim yaparak, yemek işini hızlı halletmeye karar verdik. Şehir merkezi diğer gezdiğimiz yerlere göre oldukça ufaktı. Bu nedenle burada pek vakit kaybetmeden Arches’a doğru tekrar yola koyulduk.
Yaklaştıkça Arches ve Canyonlands tabelalarını görmeye başladık ve sağlı sollu gördüğümüz değişik kaya yapılarından da yaklaştığımızı anlamaya başlamıştım. Park girişi için yolun diğer tarafına direksiyonu kırarak, arabayla sıraya girdik. Pazar günü olması nedeniyle sanırım yoğun bir araba kuyruğu bulunuyordu. Burada beklemekten biraz sıkılsakta artık gelmiştik. Park girişinde 20 dolar civarı bir ücret ödedikten sonra bize verilen rehberden bölge hakkında detaylı bilgiye sahip olduk. Yüz ölçümü 310 km² olan bu doğal park gerçekten de çok büyük. İçeri girdikten sonra yol bizi yukarıya doğru götürmeye başladı hemen girişteki bu yerde durarak, bu yükseklikten etrafın nasıl gözüktüğüne bakmaya başladık.
Arches Ulusal Parkı

Buradan yol üzerinde bulunan park girişi ve araba kuyruğu görülebilmektedir. Milyonlarca yıl önce erozyonlarla oluşan bu yapılar, hayret verici güzellikteler. 2000 civarında bulunan kaya kemeri sayısı, yaşanan erozyonlarla beraber maalesef bazılarının bozulmasına neden olmuş. Buradan sonra artık tamamen parkın içine giriyoruz ve büyüleyici yapılar bizi karşılıyor.



Bu yerlerin her birinde durarak bol bol fotoğraf çekip etrafı seyrediyoruz. Ucu bucağı görünmeyen bu yerde tamamıyla başka bir dünyada gibi hissediyorsunuz.

Soldaki kaya bloğu bana bir koyunu çağrıştırdı. Dikkatli bakarsanız sol kısımda başı, burun kulak ve gözleri görülüyor.

Balanced Rock adı verilen bu kaya oldukça büyüleyici. 3 büyük otobüs büyüklüğündeki bu kaya altındaki ince blok üzerinde dengede duruyor. Buradan sonra parkın en ünlü kemeri olan Delicate Arch’a doğru yol almaya başladık. Yol üstünde yine farklı kemer ve kaya yapıları bulunmakta, fakat zaman sıkıntısı nedeniyle önceliğimiz burası.
Delicate Arch

Arabayı burada bulunan otoparka bıraktıktan sonra bölgeye yaklaşık 5 km’lik bir yürüyüşle ulaşılıyor. Uyarılarda yanınıza su almanız gerektiği belirtilmiş. Normalde bölgenin en çok yağış aldığı ay Ekim ayı olmasına rağmen harika denilebilecek bir havada gezimizi yapıyoruz. Yer yer kaya yer yer kum üstünde, bir aşağı inen bir yukarı çıkan bir bölgede yürümenin üstüne bir de kavurucu çöl sıcağı eklenince yürüyüş iyice zorlaşıyor, ama bir o kadarda keyifli.
4 kişi geldiğimiz bu yerde ben heyecanla, diğerlerini beklemeden orada buluşmak üzere yürümeye başlıyorum. Yolda giderken her kesimden genç, yaşlı, çocuk hatta bebeğiyle gelenler bile var. Giderken bir sürü dönen insanı görünce sanki gitmek için geç kalınmış gibi bir izlenime kapılıyorum, ama yoluma devam ediyorum. Bazı yerlerde ne insan ne de bir ses var. İnsanlar kaybolmasın diye taştan babalar yapılarak yolun nereye devam ettiği belirlenmiş. Farklı şeyleri merak edenlerin bölgelere dağıldığını görerek ben de dikkatimi çeken şeylere bakıyorum ve yoluma devam ediyorum. Yaklaştığımı hissetmemle adımlarım hızlanıyor. Frame Arch’a geliyorum ve buradan sonra son bir yürüyüş yolu bulunuyor ve sonra tüm güzelliğiyle Delicate Arch karşımda.




Manzara Tepesi
Manzara tepesini gelirken yolda görmüştüm, fakat vakit kalmaz diye uğramadım. Delicate Arch’ta bolca fotoğraf çektikten sonra bizimkilerin de geldiğini fark ettim. 2 kişi oturmak istedi, biz de 2 kişi manzara tepesine giderek biraz da orada vakit geçirmek istedik. Daha sonra buluşup geri dönecektik. Manzara tepesinin oraya geldiğimizde adeta çıt çıkmıyordu, daha önceden bir kaç bölgede yaşadığım bu olayın daha sessiziydi ve tarif edilemez derecede güzeldi. Buradan Delicate Arch’ın görüntüsü bir başka güzeldi ve tüm bölgenin panoraması buradan görülebiliyordu.

Gezilerimden şüphesiz ki beni en çok etkileyen yer Arches Ulusal Parkı oldu. Sıklıkla internette fotoğraflarını görüp, çok merak ettiğim bu yere gidip görebilme şansını yakalamak çok güzeldi. Burada vaktin nasıl geçtiğini anlamadığımızdan dönüş yoluna geçmemiz gereken vakti çoktan geçirmiştik. Tabii Canyonlands planı başka bahara kalmıştı. Burası o kadar tatmin etmişti ki Canyonlands’ı göremediğime çok üzülmedim açıkçası. Görsem tabii ki harika olurdu ama nedense bir yeri doya doya yaşamak, birden fazla yer görmekten daha önemli benim için.
Geziyi noktalarken ekibin tamamı bu yeri sevdi ve keyif aldı. Dönüş yolunda Grand Junction’da yemek yiyerek Denver’a doğru yol aldık ve gece geç saatlerde Otel’e anca atabildik kendimizi. Oldukça yorucu geçen hafta sonu, gezdiğimiz yerleri düşününce tatlı bir yorgunluk olarak kalıyordu ve bu gezi hafızamdan silinmemek üzere kendine güzel bir yer edindi. Yeni maceralarda görüşmek dileğiyle.