Uzun zamandır aklımda olan, görmek istediğim fakat bir türlü hayata geçiremediğim Uşak gezisi için nihayet somut bir adım atarak bir ay öncesinden biletleri aldım. Yıllar önce Ulubey Kanyon’unun fotoğrafını görüp bir gün mutlaka buraya gitmeliyim demiştim. Peki buranın dışında Uşak’ta ne yapılırdı? Detaylı araştırmalar sonucu burada büyük bir potansiyelin olduğunu gördüm. Antik kenti, eski tarihi köprüleri, doğal güzellikleri, yöresel yemekleri ve müzeleriyle dolu dolu bir gezinin habercisi olduğunu görmem fazla uzun sürmedi. Bölge de yaşayan ve daha önce buraya seyahat edenlerden de edindiğim bilgilerle güzel bir rota oluşturarak gezi zamanını beklemeye başladım.
Ulaşım
Uçak firmalarının bahar indirimlerinden gidiş-dönüş 90 TL’lik bir fiyattan aldığımız biletler oldukça uygundu. Fakat tek sıkıntısı Uşak’a sadece tek uçak gelip gidiyordu ve saatleri de maalesef gidiş için gece yarısından sonra, dönüş için ise sabaha karşıydı, zaten hafta da sadece 3 uçuş yapılmakta. Hava alanı gerçekten çok küçük bu da uçuşları açıklar nitelikte. Gece 01:30’da Uşak’a inerek İzmir’den gelen arkadaşımla hava alanında buluştum. İkimizde oldukça yorgunduk, çok fazla düşünmeden önceden planladığımız hava alanının karşısındaki araziye çadırımızı kurarak dinlenmek üzere tulumlarımıza çekildik. Ana yol ve tren yolu arasında kalan bölge oldukça gürültülüydü. Hatta yaklaşmakta olan trenin sesini duyunca herhalde üstümüze geliyor diye düşünüp birbirimize bir şey söylemeden baktığımız o an ertesi günlerde oldukça gülmemize neden oldu. İndiğim uçakta, dönüş yolcularını alıp sabah kalktıktan sonra, yorgunluğunda bastırmasıyla bir kaç saat uyumuşuz. Uyanınca burada daha fazla kalmanın çok iyi olmayacağını düşünerek, toplanıp merkeze gidip kahvaltı yapmaya karar verdik.
Uçak saatlerinin geç saatlerde olması nedeniyle merkeze servis ulaşımını belediye kendi sağlamakta ve servis kalkmadan, kimsenin kalmadığından emin olmak için hava alanında anons yapılmakta. Toparlandıktan sonra hava alanında birileri var mı diye merak edip 5 dakikalığına bir uğrayalım dedik. Burada bulunan güvenlik görevlisinden buranın çalışmasa da 24 saat açık olduğunu ve bazı çalışan personelin olduğunu öğrendik. Daha sonra tekrar yola çıkarak Banaz-Özlem otobüsleriyle 10 dakikalık bir sürede Dörtyol’da indik. Kahvaltıyı önceden planladığımız Tarhana Baba’da yapacaktık.
Tarhana Baba
Uşak’a gelip meşhur tarhanasından içmemek olmaz. İndiğimiz yerden 15 dakikalık bir yürüyüşle Tarhana Baba’ya ulaştık. 08:30 civarında gittiğimizde dükkan açıktı ve çorba hazırdı hemen oturup servis istedik. Şehirle özdeşleşen bu çorba daha önce tatmadığım bir lezzet sundu. Yorumları okuduğumda tarhana çorbası ne kadar farklı olabilir ki demiştim. Ama ilk kaşıktan itibaren fikirlerim tamamıyla değişti. Siz de rotanıza burayı eklemeyi unutmayın.
Uşak Kent Tarihi Müzesi
Uşak’ın en güzel yanlarından biri de bir çok noktaya yürüyerek kolayca ulaşım sağlayabilmeniz. Tarhana Baba’dan çıktıktan sonra ilk gezi noktamız olan Uşak Kent Tarihi Müzesi’ne doğru rotamızı belirledik. 10-15 dakikalık bir yürüyüşten sonra müzenin girişine ulaştık. Çantalarımızı güvenlik kabinine bırakarak, güvenliğin tavsiye ettiği şekilde müzeyi dolaşmaya başladık. Şunu belirtmekte fayda var ki buraya uğramadan yapacağınız bir Uşak gezisi bence eksik olacaktır. Uşak’ın tarih ve kültürüyle ilgili çok değerli bilgiler edinebileceğiniz bu müze uğranılması gereken yerlerden. Uşak’ın bir diğer güzel yanı ise gezilecek müzelerin, milli parkların giriş ücretinin bulunmaması. Fakat buna rağmen bu yerler pek fazla rağbet görmüyor. Buradan sonraki durağımız Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi olmasına rağmen diğer yerlere koştur telaş yetişip gezmemek için bu planımızı sonraki günün sonuna saklamaya karar verip. Taşyaran Vadisi’ne gitmek üzere otogarın yolunu tuttuk.

Kula Peri Bacaları (Kuladokya)
Rota olarak planlamış olduğum Kula Peri Bacaları şehrin dışında kalması nedeniyle veto yemişti. Fakat Taşyaran Vadisi’ne Kula dolmuşlarıyla gidecektik ve dolmuş şoförüyle konuştuktan sonra çok fazla vaktimizi almayacağı için tekrar planımıza ekleyerek, ilk olarak buraya gitmeye karar verdik. Kula Manisa’ya bağlı fakat tam Uşak Manisa sınırında olduğundan rotanıza eklemeniz gereken bir yer. 45 dakikalık bir yolumuz vardı ve yolun bir tarafında Uşak’ın uçsuz bucaksız harika doğası sizi kendinizden alıyorken diğer tarafında sanayileşmenin izlerini görüyorduk. Yarım saat sonra şoför, Taşyaran’dan geçerken dönüşte ineceğimiz yeri göstererek yola devam etti.Yaklaşık 15 dakika sonra Kula Peri Bacaları Milli Park’ı girişinde bizi bırakıp bir saat sonra bizi aynı noktadan alacaktı, sözleşip Milli Park’a doğru sırtta çantalarla yol almaya başladık.

Şunu söylemek lazım ki birbirine bu kadar yakın birbirinden bu kadar farklı doğal güzellikleri görmek insanı gerçekten büyülüyor. Girişte görmeye başladığımız peri bacaları içeriye girip yükselti aldıkça daha da artıyor. Yeşilin içinde farklı bir anlam kazanıyordu. Kapadokya’daki gibi çöl hissinden farklıydı burası. Yağmur ve rüzgarın aşındırmasıyla oluşan bu harika yapılar insanı başka diyarlara götürüyor. Milli Park’ın içinde yürüyüp bolca fotoğraf çektikten sonra dönüş yoluna geçtik. Çantalarımıza rağmen 1 saatin gezmek için yeterli olduğunu düşünüyorum, dinlenip vakit geçirmek isteyenler için durum farklı fakat daha görmek istediğimiz farklı yerler olduğundan biz dönmeye karar verdik. Saat başı dolmuş olduğundan vaktinizi ona göre ayarlayabilirsiniz. Sözleştiğimiz gibi dolmuşa dönüş yolunda tekrar bindik ve Taşyaran Vadisi’nde inmek üzere çantalarımızı bu kez araç içine aldık. 10 dakika sonra ineceğimiz yere geldik ve tekrar vedalaştık. Güneşin tam tepede olduğu öğle sıcağında, yüklü çantalarla, uykusuz yürümek zorlu olsa da sonunda göreceğimiz manzaraya değecekti.
Taşyaran Vadisi
Köyün girişinden yaklaşık 5 km lik bir yolu yürüdükten sonra vadiye ulaştık. İnsan buranın fotoğraflarını gördüğünde bile kendinden geçip, gerçek olduğuna inanamazken, karşısında görünce nutku tutuluyor. Çok farklı bir doğa harikası, yine yeşilin içinde az önceki yere 10 dakika mesafede ama bambaşka bir dünya. Bulunduğu köyü görünce insan böyle bir güzellikle karşılaşabileceğine pek ihtimal vermiyor. Sanki sihirli bir kapıdan geçmiş gibi birden karşısında buluyor. Burası daha önce turizm için çok uygun değilmiş, vadiye iniş yolu oldukça meşakkatli imiş. Şuan vadiye inen bir merdiven ve kaya bloklarının üzerinde korkuluklar bulunmakta. Bu korkuluklar buranın doğal ortamını ne kadar bozsa da, tedbirinin alınmaması durumunda bir çok kazaya ev sahipliği yapacağına şüphe yok.
Bir an önce çantalardan kurtulup vadinin içindeki güzelliğe karışmak istiyorduk. Merdivenlerden aşağıya inip aralarda bulunan izleme noktalarından vadinin eşsiz güzelliğini yukarıdan da izlemek mümkün. Hızla akan su bu yapının nasıl oluştuğunun kanıtı. Kışın tamamen donan su tabakasının üstünde bu kaya yapılarının arasında dolaşmanın hazzını hayal bile edemiyorum. Burada vaktin nasıl geçtiğini unuttum, bir oraya bir buraya koşturup, fotoğraf çekip doyasıya seyrettim. Ne yazık ki dönüş vakti geldi ve son dolmuşları kaçırmamak için yola doğru dönüşe geçtik. Burada bizi üzen şeylerden biri doğal güzelliğin içine bazı çöplerin karışmasıydı. Belki milli park girişi ücretli yapılırsa bakımı daha iyi sağlanabilir. İnsanların burayı ne amaçla kirlettiğine akıl erdirmek mümkün değil.

Dönüş yolunda kaçırdığımızı düşündüğümüz dolmuştan dolayı yaklaşık bir saat daha bekleyecektik. Sıcağın altında yorulmuş bir şekilde beklemek oldukça kötüydü. Diğer dolmuş geldi derken burada durmadan yoluna devam etti ve şaşkınlık içinde küfretmeye başladık. Gelirken dolmuşçuya sitem eden bir teyzenin söyledikleri aklımıza geldi. O da bir önceki dolmuşun durmamasından şikayet etmişti. Sanırım bu sıkça yaşanan bir durum. Sıcağın altında daha fazla beklemek istemediğimiz için otostop çekmeye başladım ve hiç bir araba durmadı. İzmir-Ankara yolu üzerinde olmamızdan dolayı sonunda bir seyahat firması durup bizi aldı ve rahatlayarak dönüş yoluna geçtik. Biraz trafikte takıldıktan sonra otogara ulaştık. Kalacağımız otele gitmek üzere tekrar yola koyulduk. Otele girip duş alıp rahatladıktan sonra yemek yemek için tekrar dışarıya çıktık. Otele dönüp uykusuz ve yorucu günün ardından bir an önce uyumak istedik.
Ulubey Kanyonu
Ertesi gün için planımız sabah erkenden harekete geçip Ulubey Kanyon’una gitmekti. Bu sefer çantalarımızı otele bırakıp otogarın yolunu tuttuk. Buradan kalkan Ulubey otobüsleriyle kanyona gidecektik. Otogarda kahvaltı edip, otobüs saatini bekledik. Asıl planımız Ulubey Kanyonu, Clandıras Köprüsü ve Blaundus Antik Kenti’ydi. Fakat kanyon dışında diğer yerlere ulaşım olmadığını öğrenince hem şaşırdık, hem üzüldük. Kanyona oldukça yakın olan bu yerler ters kaldığı için ulaşım bulunmamaktaydı. Gezi için tek sorun yaşadığımız yer burasıydı. Fazla kafaya takmadan kanyonun tadını çıkarmaya odaklandık. Yarım saat sonra kanyondaydık. Yine köylerden geçip bir anda böyle bir yapıyı karşınızda görünce şaşkınlığınızı gizleyemiyorsunuz. Ne yazık ki uzunluk olarak Dünya da 2. kanyon olduğu söylenen bu yerden ülkemizde çoğu kişi haberdar değil.
Uşak’a gezi planı yaptığımda etrafımdan sıkça gördüğüm tepki, Uşak mı? Uşak’ta ne var ki? Geziyle beraber bunların bir çoğuna gerekli cevabı vermiş olacaktım ki bazı noktaları eksik kaldı. Kanyonun cam terası oldukça meşhur fakat bu doğa harikasının içine bulaşmadan hazzını tam anlamıyla yaşamak mümkün değil. Biz de düştük yola kanyonun içine girerek yürüyüş yolunu takip edip vadinin tam ortasındaki tepeyi hedef belledik. O tepeden vadi kim bilir ne güzel gözüküyordu ve bu merakımızı birazdan giderecektik. Yer yer durup fotoğraf ve video çekerek yaklaşık bir saatte tepeye ulaştık. Gerçekten görüntü harikaydı, buradan tüm vadi görülebiliyordu. Vadide rastladığım tek rahatsız edici konu kanyon içindeki su kaynağının oldukça kirli olması ve bu güzelliğe gölge düşürmesiydi.
Buranın da tadını yeterince çıkararak Clandıras Köprüsü ve Blaundus Antik Kenti’ne gitmek için kanyon girişine döndük. Buralara herhangi bir ulaşım bulunmuyordu, biz de bunu kabullenmektense biraz otostop çekip şansımızı denedik ve yine kimse durmadı. Uşak, otostop konusunda pek doğru bir tercih değil. O kadar yol gelip bu kadar yakındaki yerleri göremeden dönmek hayal kırıklığı yaşatmıyor değil. Uşak’ta mutlaka gezip görmeniz gereken 33 yer için Biletbayi Blog’un birbirinden güzel önerilerini de keşfetmenizde fayda var.

Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi
Tekrar merkeze dönerek burada bulunan Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi’ni gezmeye karar verdik. Müzeye giderken tarihi Uşak Evleri, Halı-kilim müzesini ve eski bir hanı görebilirsiniz. Halı-kilim müzesi pazar günü olması nedeniyle kapalıydı. Buraya gitme planınız varsa çalıştığı saat ve günlere bakmanızda fayda var. Yine Planımızda olan fakat tadilat nedeniyle kapalı olan Uşak Arkeoloji Müzesi gezemediğimiz yerlerden. Atatürk Müzesi oldukça güzel yapılmış, müze içindeki odalar çok iyi korunmuş ve canlandırmalar o dönemi yaşama konusunda oldukça yardımcı oluyor. Buradaki en önemli olay Yunan Baş komutanı Trikopis’in esir düşerek kılıç ve silahını burada teslim etmiş olmasıdır. Vaktiniz varsa buraya da mutlaka uğramalısınız. Altınızda araçla Uşak’ı çok rahat dolaşabilirsiniz şehir merkezinde zaten her yer birbirine çok yakın, doğal güzelliklerin ise en uzağı yaklaşık bir saatlik uzaklıkta. Biz tekrar şehirden ayrılmadan Tarhana Baba’ya uğrayıp, bazlama tost yiyerek yanımızda götürmek üzere tarhana aldık.
Hafta sonu planı için dolu dolu gezip, doğal güzellikleriyle sizi kendine hayran bırakabilecek bir yer Uşak. Ülkemizin bu gibi küçük şehirlerinde de oldukça güzel yerler var ve bunlar keşfetmek için bizi bekliyor ve bir çoğu maalesef unutulmaya yüz tutmuş durumda.